HSYK’nın hakimleri açığa alması kararı üzerine sorular


67 polis ve Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın tahliyesine karar veren hakim Mustafa Başer ve Reddi Hakim talebini kabul eden 29.Asliye Ceza Hakim Metin Özçelik’in Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından önce açığa alınması daha sonra da soruşturma izni verilmesi “hukuk devleti”nde olacak bir durum mu?

Şöyle ki, reddi hakim taleplerine asliye cezanın bakacağı CMK 27.maddesinde düzenlenmiş, ayrıca daha öncede bu mahkemeler reddi hakim taleplerini değerlendirmiş, değerlendirmeleri ve görev alanına girdiği konusunda da 20 Şubat’ta 9.Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin oy birliği ile aldığı karar var.

Bu reddi hakim taleplerinin çoğu o tarihten itibaren yine Asliye Ceza Mahkemelerince reddedilmiş, o halde reddeden hakimler de yetki aşımı yapmış. Bunu neden mi diyoruz. Kabul edince açığa alınıp, paralel, Fetullahçı ilan edilebiliyor bir hakim. Ama reddedince sorun yok.

Öte yandan, tahliye kararını veren 32.Asliye Ceza Hakimi Mustafa Başer’in durumuna bakacak olursak, diyelim ki yetki aşımı yapmış. Bunun hukuk içerisindeki çözüm yolu gayet net ve basit. Önce tahliye işlemi gerçekleşir, Tahliye işlemi gerçekleşen şüphelilerin tutuklu kalması çok arzulanıyorsa yeni bir yakalama kararı çıkartılır, evlerine gidemeden yeniden tutuklanır.
Daha sonra Adalet Bakanlığına yazılı emir yolu ile durum bildirilir. Bakanlıkta kararı değerlendirmesi için söz konusu talebi Yargıtay’a iletir. Hakimlerin görevlerini kötüye kullandığı, yetki aşımı yaptığı iddiası ise HSYK’ya şikayet olarak iletilir. HSYK (normal hukuk devletinde) öncelikle bu tarz konularda ilk incelemeyi yapacak olan ya da inceleme taleplerini değerlendiren (kabul ya da ret) 3.Daireye bu şikayetleri sunar. 3.Daire inceleme izni verdiği zaman ve müfettişte raporunda soruşturmaya geçilmesini talep ederse, bu kez soruşturma izni vererek, olayı 2. Daireye taşır.

Ama bizim hikayede tam tersi oldu. Tahliye kararı verildiği gece önce Başsavcı, Komisyon Başkanı ve gece yarısı toplanması imkansız olduğu için verilmesi mümkün olmayan kurul müfettişi inceleme yapmak üzere hafta sonu hakimler hakkında inceleme yapmaya gitti.

Adliyede hakimler hakkında inceleme yapmakla görevli müfettiş alanının uzmanı!, daha öncede tüm Türkiye’nin gözleri önünde yaşanan 17\25 yolsuzluk operasyonlarını yapan savcılar Muammer Akkaş ve Celal Kara hakkında rapor hazırlayıp, meslekten ihraçlarını isteyen müfettiş. Herhalde aynı ismin bu hakimler hakkında da inceleme yapması büyük ama büyük bir tesadüf olsa gerek.

Müfettiş hakimler hakkında incelemesini yapıp bir ön rapor hazırlayıp HSYK’ya sundu. Ön raporun sunulması ile HSYK önce hakimleri 2.Daire tarafından açığa aldı. (2.Daire inceleme izni verildikten sonra ve hayati , kriz niteliğinde durum olmadıkça 3.Dairenin tavsiyesi üzerine bu işlemi yapabilir)  Daha sonra kurul durumu değerlendirmek üzere 27 Nisan Pazartesi günü saat 14.00’de toplantı yapılacağını ilan etti.

Toplantı öncesinde Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan, kurul üyelerine toplantıdan yarım saat önce verilen gündem ile birlikte sunulan rapordan haberdar olduğunu açıkladı. Müfettişin raporu yönetmelik ve kanunlarca sadece raporda adı geçen yargı mensubunun ( o dahi sadece kurulun belirlediği kadarını öğrenebiliyor) bilmesi gereken ve “gizli” olması kanunen mecburiyet taşıyan rapordur.

Bu raporu kurul üyeleri dahi görmeden “Burada gönderilen başmüfettişin hazırladıkları raporu biliyoruz. Öyle zannediyorum ki HSYK’da bu kararlar doğrultusunda kararını verecektir. Temenni ederim ki bugün HSYK’nın alacağı kararla ideal netice yakalanmış olur” sözleri ile açıklayan Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan’ın rapordan haberdar olması konusundaki açıklamaları da şaşkınlık yaratıcıydı. Zira müfettiş raporu kurula sunmadan Cumhurbaşkanına mı sunmuştu? Erdoğan, ayrıca kurulun toplantısının da geç kalınmış bir toplantı olduğunu söyledi.

İşinde uzman olan müfettiş tarafından kurula sunulan ön raporda, tahliye kararı veren hakim Mustafa Başer’e 1 günde tüm dosyayı nasıl okuduğu, değerlendirmek üzere dosyayı talep ettiği halde savcılığın göndermediği, fotokopi evrak üzerinden karar verdiği ve “Türkiye Cumhuriyetini terör örgütlerine yardım ediyor gibi göstererek, uluslararası alanda zor durumda bırakmak, hükümeti devirmeye teşebbüs etmek ve Fethullah Gülen Örgütü üyeleri ile birlikte hareket etmekle” suçlamıştı. Delil olarak da gazete haberlerini raporunda göstermişti.

Suçlamalara bakacak olursak, suçlamaların yanıtını soru sorarak bulabiliriz,
-         
     Hakimin bir günde dosya okuyup karara bağlaması anormalse, müfettişin bir günde hakimlerin suç işlediğini, hükümeti devirmeye çalıştıklarını, Fethullahçı örgütten olduğunu tespit edip, meslekten ihraçlarını istemesi de büyük bir başarı olsa gerek… Bir gün de bunca tespiti neye göre yapabildi?

-     Öte yandan, müfettişin raporda, Fethullahçı örgüt, hükümeti devirmeye çalışan, uluslararası arenada zor duruma sokmaya çalışanlar derken kimi kast ettiği de pek anlaşılamadı.

-Çünkü tahliye edilenler cezası kesinleşmiş, hüküm giymiş, örgütçü oldukları tescillenmiş isimler değil. Ayrıca, henüz yargılanmalarına dahi başlanmamış. Yani soruşturma safhasında kendilerine yöneltilen bir takım iddialarla tutuklanmışlar. Bu iddialar belki takipsizlikle sonuçlanacak ya da iddianame hazırlansa bu suçlamaların bir kısmı iddianamede yer alamayacak. Müfettiş, soruşturmadaki iddiaları “hüküm” olarak rapora nasıl koyabildi? Yargılayıp, kesin kararı da kendisi verebiliyor mu? O halde mahkemeye, Yargıtay’a, Savcılık soruşturmasına, hatta ileri de belki başvurulacak Anayasa Mahkemesine ne lüzum var?

-Diğer bir husus ise esasen Şubat ayında başlayan Asliye Cezaların Reddi Hakim değerlendirmelerine, bu reddi hakim taleplerinin yine Asliye Ceza Mahkemelerince reddedilmesine, 9.Ağır Ceza Mahkemesinin heyet kararına raporda yer verilmemiş olması. Bu sanki ilk kez yaşanan bir durum gibi raporda yer almış. Talepler reddedilince suç olmuyor da kabul edilince mi suç oluyor?

-Aynı zamanda, bu iki aylık süreçte 9.Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin, Asliye Cezaların reddi hakim taleplerinde yetkili olup olmadığı hususunda verdiği “yetkilisiniz” kararına neden yer verilmemiş? 9.Ağır Ceza Mahkemesi kararı üstelik 10.Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yolu açık olarak verilmişken, bu karara neden kimsenin itiraz etmediği araştırılmamış?

- Asliye Ceza Mahkemesi kararları kesin ve uygulanmak zorundayken, bu kararı uygulamayanlar hakkında neden işlem yapılması istenmemiş? Zira kararı uyguladıktan sonra yukarıda da belirtildiği üzere Adalet Bakanlığına yazılı emir yolu ile bildirilmediği hususu neden yer almamış?

- Basında yer alan haberlerle yargı mensuplarının örgüt bağlantısı olduğu iddiasına yer verilmesi. Aynı haberler ileride kendisi için yapılsa, bir başka müfettişte o haberleri dayanak göstererek kendisine aynı suçlamayı yöneltse, kendisi bu suçlamayı kabul edebilir mi?

-29.Asliye Ceza Mahkemesinin reddi hakim talebini kabul edip, 32.Asliye Cezayı görevlendirmesi takdir yetkisine, Sulh Ceza Hakimlikleri düzenlenirken unutulan yasal boşluklar ve yorumlama farkına dayanarak verilmiş ise kurulun hakim ve savcıların takdir yetkisini sorgulama hakkı var mı? Varsa bu kanun değişikliğini biz neden bilmiyoruz?

-Tahliye kararı verilenlerin darbecilik, Fetullahçı örgüt üyesi olduğu suçlamasına muhatap olanlar olduğundan yola çıkarak hakim onlarla birlikte hareket etmek ile suçlanıyorsa, o halde El Kaide, Hizbullah vs gibi örgütlere takipsizlik, tahliye ve beraat verenler de aynı suçlamaya maruz kalabilir mi?

-Dosyanın fotokopi evraklardan incelendiği hususunda tahliye kararının gerekçesinde İlhan Cihaner davasında Yargıtay’ın benzer yolu izlediği hatırlatıldığı halde, bu durum raporda neden yer almıyor? Ayrıca mahkemeye soruşturma evraklarını göndermemek suç değil mi?

Raporda bu gibi birçok kendisi ile çelişen konu varken, Cumhurbaşkanının toplanmakta geç kaldıklarını söylediği 2.Daire Başkanının ihsası rey niteliğindeki “toplanmakta geç kaldık özür dileriz” açıklaması ne kadar doğru? Zira HSYK’nın asli görevi hakim ve savcıların teminatı olmak, onların siyasi baskılara maruz kalmamasını, adil davranmasını gözetmek değil midir?

Henüz inceleme safhasında olan bir konu karara dahi bağlanmamışken, sabah gazetesine “bu hakimlerden hesap sorulacak” açıklamasını yapan bir başka daire üyesinin vahim açıklamaları. Masumiyet karinesi ilkesini en iyi bilmesi gerekenler yargı mensupları değil mi, hele de kurul üyeleri. Bu açıklama önden suçlu ilan etmek demek değil midir?

Tüm bu yaşananlar aynı zamanda, bu şüpheliler için bir daha tahliye kararı verilmesi halinde yaşanacakların ön provası niteliği anlamına gelmiyor mu? Bundan sonra hangi hakim tahliye edebilir, gece yarısı adliyeye koşanlar, apar topar görevden alanlar, peşinen hüküm verenler ortadayken. Şüpheliler açısından öncelikli olan tutuksuz yargılanma değil midir? Hakimler ve savcıların şüphelilerle ilgili aleyhte olanlar kadar lehte delil toplaması ve ona göre değerlendirmesi yasallarda düzenlenmemiş midir? Altı üstü bir tahliye kararı neden yargının dengesini bozmuştur? İçeride yatanlar insan eti mi yiyor? Tahliye olsa ne olur? Tutuklu kalınca kriz olmuyor, kararlar tanınıyor da tahliye olunca neden tanınmıyor…



Popüler Yayınlar