Nakliyecilik, tutuklama ve ihlaller
1 ve 19 Ocak 2014
tarihinde Adana’da durdurulan MİT’e ait olduğu iddia edilen mühimmat yüklü
TIR’larla ilgili soruşturmayı yürüten iki savcı ve o dönemki TMK.10.Maddesi ile
Yetkili Başsavcı vekili ile dönemin Adana Başsavcısı hakkında 7 Mayıs’ta
tutuklama kararı verildi. 1 Mayıs’ta iki hakimin verdiği karardan sonra “darbeye teşebbüs” ile suçlanıp
tutuklanmasının ardından 6 gün sonra gerçekleşen hukuk katliamında savcılara
yöneltilen suçlamaları ve yaşananları yeniden ele alırsak, yapılan bu
operasyonla Anayasa’nın ve yasaların açıkça ihlal edildiğini göreceğiz.
Şöyle
ki öncelikle tutuklama ve yakalama kararından başlayalım…
HSYK kanunda hakim ve
savcıların tutuklanma ve sorguya çekilme usullerini belirleyen 88.maddesine
göre, “Ağır ceza mahkemesinin görevine
giren suçüstü hâlleri dışında suç işlediği ileri sürülen hakim ve savcılar
yakalanamaz, üzerleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez. Ancak, durum
Adalet Bakanlığına derhal bildirilir”
Söz konusu kanun hala
yürürlükte iken 1-19 Ocak 2014 tarihinde durdurulan ve içerisinde mühimmat
bulunan TIR’larla ilgili soruşturmayı yürüten savcılar, kurul tarafından önce
yer değiştirme ile cezalandırıldı. Yasalarda ilgili mevzuat bulunmadığı halde 2.bir tedbir
yoluna gidilerek açığa alındılar. 1-19 Ocak 2014’ten itibaren başlayan süreçte
kaçma, delil karartma gibi bir durumları olmadığını da baz alırsak, (Savcılara
kendi yürüttükleri soruşturmanın evrakları devlet sırrı denilerek verilmedi,
suçlandıkları konuların ne olduğuna dair dosyanın tamamı da gönderilmedi) 6
Mayıs 2015 günü verilen tutuklama kararı hangi suçüstü haline dayanılarak
verildi? Suçüstü hali yok, ilgili kanun açık, sorguya dahi çekilemez diyor. O
halde hem kararı talep eden müfettiş, hem kabul eden mahkeme, hem bunu izleyen
HSYK bu yasayı açıkça ihlal etmiştir.
O
dönemde yürürlükte olan MİT kanunun 26.maddesi ve soruşturma başlatılması
MİT kanunun 26.maddesi
MİT personeli ile ilgili yürütülen soruşturmaların izne tabi olduğunu
düzenliyor. Ancak 1 ve 19 Ocak tarihinde MİT mensubu olduklarını söyleyen
kişiler ilk etapta savcılara ve kolluğa kimlik ibraz etmiyor. 19 Ocak’ta
aramalara başlanılıp, füze ve toplar bulunduktan sonra MİT personeli oldukları
belirtiliyor. Diğer yandan, bu kanunda MİT personelinin üzerinin aranamayacağı,
fiziki bütünlük içerisinde değerlendiriliyor. Kanun arabasını, evini
arayamazsın demiyor. Zaten TIR’ların tamamının şoförü sivil, MİT’çiler
eskortluk yapıyor. Eskortluk yapan araçlarda arama olmuyor. TIR’ların MİT’e ait
olduğuna dair de belge ibraz edilmiyor. TIR plakaları sorgulandığında durum
açıkça görülüyor. MİT bu araçları kiralamışsa, ne zamandan beri kiraladığı, ne
için kiraladığı, içerisinde neler taşıdığı, nereye taşıdığı, kiralamaya ilişkin
vergi dairesi beyanları mevcut mu bunların da cevabı verilmiyor. MİT’e bu
görevi bakanlar kurulu mu, MGK mı Başbakan mı verdi bunla ilgili de tek bir üst
yazı bulunmuyor. Üstelik soruşturmayı yürüten müfettiş tüm bu hukuksuz,
usulsüzlükleri de kurula rapor etmiyor. Yürütülen soruşturmalarda, sadece
şüphelilerin aleyhine değil, lehine de delil toplanması gerekirken, TIR’ların
aranmasına ilişkin görüntülerin mühimmatların tespiti ile ilgili kısmı
kesilerek kurula teslim ediliyor. Savcı Aziz Takçı’nın olay yerine geldiği
andan sonraki kayıtlar kuruldan gizleniyor! Delilleri karartma ile savcılar tutuklanırken, müfettiş görüntülerin
tamamını kurula vermeyerek, delilleri açığa mı çıkartıyor yoksa yukarıda
belirtilen diğer hususlarla birlikte kuruldan mı gizliyor? Delil karartma
şüphesini geçin, delilleri karartanın kim olduğu da açıkça görülüyor.
Suçüstü
hali
Öte yandan, Cumhuriyet
Savcısının görevi, (Türkiye gibi bir ülkede, özellikle ihbarın geldiği bölgeyi
dikkate alırsak Reyhanlı, Cilvegözü saldırıların gerçekleştiği coğrafyada)
alınan ihbarı değerlendirmek, soruşturma başlatmak ve maddi gerçeği ( yani iddiaların
doğru olup olmadığını araştırmak) ortaya çıkarmaktır. Gelen ihbarda, TIR’ın el kaideye gittiği ifade
ediliyor, plakaları veriliyor. TIR’ların durdurulmasından sonra yapılan aramada
füze ve top bulunuyor. Yani ortada bir suçüstü hali var. Dünyanın her yerinde
suçüstü halinde şüphelinin kimliğine, kim olduğuna bakılmaz. Örneğin,
dokunulmazlığı olan bir milletvekili diyelim ki bir alışveriş merkezinde bir
adama ateş açıyor. Ya da banka soyuyor o esnada polis ya da savcılık bu adam
milletvekili deyip izleyecek mi? Yoksa suçüstü hali olduğu için işlem yapıp
cinayeti soygunu engelleyecek mi? Suçüstü halinde izin almaya gerek yok. İlgili
yasada “Yakalanabileceği veya suç
delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya
sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir"
hükmü de ortada iken.
Savcının görevini yapmasını engelleme…
Savcılık delil tespitini yapar, evrakı
hazırlar MİT kanunu gereğince 26.maddeye dayanarak bu silahları taşıyan kamu
görevlilerinin soruşturulması için Başbakanlıktan izin ister. Ancak olayın
paniği ile devletin tüm organları devreye giriyor. Silah dolu TIR’ların
bırakılmasını istiyor. Bunun görüntülerini de havuz medyası aracılığı ile
deşifre ediliyor. Eğer bunlar biraz tecrübeli ve kafası basan kişiler olsa,
savcının görevini yapmasını engellemek yerine olayı hukuki akışına bıraksalardı
ve deliller tespit edildikten sonra savcıların kamu personeli için istediği
izni vermez, dosyayı bu şekilde kapatırlardı. Tıpkı daha önce suça karışan MİT
personelinin soruşturulmasına izin vermedikleri gibi.
Vatana ihanet mi
ülkenin menfaatine mi hareket ediliyor
6136
sayılı yasaya muhalefet…
Öncelikle 6136 sayılı
yasanın 12.maddesi “Her kim bu Kanunun kapsamına giren ateşli silahlarla
bunlara ait mermileri ülkeye sokar veya sokmaya kalkışır veya bunların ülkeye
sokulmasına aracılık eder veya bunları 29/6/2004 tarihli ve 5201 sayılı Harp
Araç ve Gereçleri ile Silâh, Mühimmat ve Patlayıcı Madde Üreten Sanayi
Kuruluşlarının Denetimi Hakkında Kanun hükümleri dışında ülkede yapar veya bu
suretle ülkeye sokulmuş ve ülkede yapılmış olan ateşli silahları veya mermileri
bir yerden diğer bir yere taşır veya yollar veya taşımaya bilerek aracılık
eder, satar veya satmaya aracılık ederse veya bu amaçla bulundurursa beş yıldan
oniki yıla kadar hapis ve beşyüz günden beşbin güne kadar adlî para cezasıyla
cezalandırılır.” Diyor. Yani alenen bu kanuna muhalefet suçu da ortada duruyor.
Ortada bir patlayıcı malzeme, bıçak, çakı, sallama yok, 3 TIR dolusu malzeme
var. Gidin ülke dışına roket , füze çıkarmak için izin ruhsat isteyin bakalım
verilecek mi? Aramada bulunan mühimmatın miktarı ortada ve bu ağırlaştırıcı bir
yaptırım ve cezaya tabi iken bu işin sonu ticarete, kaçakçılığa zimmete kadar
uzanma şüphesi dururken, savcılara niye gördün niye duydun diye hesap soruluyor.
Savcı tüm bu şüpheleri aydınlatmakla yükümlüdür. Ben battaniyeyi füze görmüşüm
gibi bir oyunculukla değil.
Suç
isnat edilen devlet mi? Yoksa devletin içerisindeki birkaç kişi mi?
Mühimmatların nereye
gideceğini savcı tespit etmek zorunda. Zira bu insanlık suçuna da girebilecek
bir durum. Devletin içerisinde birkaç kamu görevlisinin işlediği suç veya
suçlama kurum olarak MİT’e ya da devlete operasyon değil. İnsanlık ve toplum
yararına hizmetten başka bir şey olmaz. Devlet zorda kaldı diyenler, devletin
katliam yapan, kafa kesen ya da birbirini öldüren insanlara silah verme gibi
bir politikası olamaz. Olursa da o devlet, devlet olamaz. Bu da insanlığa karşı
işlenen suç olur. Bunu görmezden gelmek, maddi gerçeği araştırmamak da suça
ortak olmanın yanı sıra görevi kötüye kullanmaktan öteye gitmez.
TIR’ları
takip eden eskorttakiler MİT’çiymiş
Diğer bir iddia ise,
TIR şoförleri sivilse de TIR’lara eşlik eden eskorttakilerin MİT’çi olması… Bu
neyi değiştiriyor. Ankara’dan mühimmat dolu 3 TIR korumasız bir şekilde, hiçbir
güvenlik önlemi alınmadan yola koyuluyor. Üstelik 1 Ocak’ta TIR’lara eskortluk
eden Linea marka aracın El Kaide üyesine ait olduğu tespit edilmişken. Ne işi
var kamu görevlisinin El Kaide üyesine kayıtlı araçta? Madem bu devlet
politikası, ya da sevkiyat yasal devletin arabası mı bitti de El Kaide üyesinin
aracında eskortluk yapılıyor. Korumasız, güvenlik tedbiri alınmaksızın yola
koyulan bu TIR’lardaki mühimmatlar patlasa, ya da suç örgütlerince gasp edilse
buna sahip çıkanlar ne diyecek? Sorumluluk biz de değil mi? Yok diyorlarsa ki
eskort koruyor. 3 TIR mühimmatı bir araba koyuyorsa tebrikler…
Müffetişin
açmazı
Savcılar hakkında
soruşturmayı yürüten müfettiş her ne hikmetse bu detayları da gözden kaçırıyor.
Olayda suçüstü hali mevcutken, suçüstü halinin varlığını görmezden gelip,
soruşturmayı yürüten savcılar hakkında 1,5 yıl sonra sadece suçüstü hallerinde
tutuklama ve sorgu yapılacağına ilişkin 88.madde de orada duruyorken savcılara
tutuklama talep ediyor. Bir yandan, suçüstü hali olanları aklayıp, öte yandan
da suçüstü hali bulunmayanlara tutuklama talep edebiliyor. Buna da tebrikler…
Sorgu
tamamlanmadan cezaevi araçları, infaz savcısı niye geldi
Gelelim tutuklama
talebini kabul edip, savcıları sorguya çeken heyete… Öncelikle hukuksuzluk,
usulsüzlük orada da devam ediyor. Savcıların sorgusu sürerken, henüz 2 kişinin
sorgusuna dahi başlanmamışken, infaz savcısı, cezaevine götürecek askeri
personel ve polisler adliyeye çağrılıyor. Eee karar önden verilmişse, yargılama
niye var? Henüz dinlemeyen savcılar için infaz savcısı neden adliyede? Ayrıca,
Tarsus İlçe Emniyet Müdürü Haydar Çelik, duruşma salonuna silah sokup,
kendisine “silahların gölgesinde yargılama
olmaz, silahla salona giremezsiniz, dışarı çıkın” diyen destek için gelen
hakim ve savcılara “Buranın en yetkili
amiri benim siz dışarı çıkın” diyebiliyor. O salonun en yetkilisi normal
bir hukuk devletinde mahkeme başkanıdır. Yok eğer Tarsus Emniyet Müdürü ise,
salondaki amiri konumunda olan hakim savcıları da dışarı çıkartmaya
kalkabiliyorsa, buyurup kararı da o okusaydı. Mahkeme başkanı emniyet müdürünün
bu tavrı ile ilgili işlem başlatabilip, suç duyurusunda bulunabilecekken bunu
yapmış mıdır? Elbette yapamamıştır.
Ayrıca gerek karar sonrası gerekse karardan önce emniyet müdürü başkan
ile görüşüyor. Adliye kameraları incelendiği takdir de bu durum daha da net
ortaya konulabilir. Görüşmenin amacı nedir?
Kararın
açıklanması ve usuller
Karar için duruşma
salonuna giren hakim, her bir şüpheliye tutuklama gerekçesini ayrı ayrı okuması
gerekirken, 5’nin de tutuklandığını söylemekle yetiniyor. Kararı usulüne uygun
olarak açıklamıyor.
Öte yandan,
yargılamayı HSYK adına yaptıklarını dahi dile getirebiliyorlar, oysa
yargılamalar Türk Milleti Adına yapılır. Anayasa 9.maddesi uyarınca “Yargı yetkisi, Türk Milleti
adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” diyor. Son dönemin modasına uyulup eğer ilgili
madde yok hükmünde Anayasayı tanımıyoruz söylemlerine uyulmuşsa bilemiyoruz.
Anayasa 138.maddesini uygulama suç mu?
Mahkemedeki bir diğer
skandal ise eski Adana Başsavcısının dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve
Kenan İpek hakkında adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ettikleri iddiası ile
tutanak tutması sanki olağan üstü hukuk dışı bir durum gibi “neden tutanak tuttunuz” şeklinde soru
olarak yöneltiliyor. Pardon Anayasa 138 de yürürlükten mi kalktı. Söz konusu yasadaki “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm
verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge
gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz…” hükmü açıkken mahkeme heyeti Bozdağ’ın aramasını değil,
Başsavcının Anayasa 138.maddesini uygulamasını yadırgıyor? Tabi bu durumda heyete
“Sizi bakan arasa emir talimat verse,
siz bunu tutanağa mı geçirir yoksa uygular mısınız” sorusunun sorulması
gerektiğini de ortaya koyuyor.
Karar
sonrası kelepçe takılması hususu
2 savcının ifadesi
alınmadan gelen polisler, ellerinde kelepçe ile saatler öncesinde adliyede
bekliyor. Karar açıklandıktan sonra Tarsus İlçe Emniyet Müdürü Haydar Çelik,
odadan en önde çıkan Başsavcı Süleyman Bağrıyanık ve diğer savcılara kelepçe
takmaya kalkışıyor. Olay öncesinde “onlar
kelepçeli çıkacak, görüntüleri alınacak” talimatı geldiğine dair adliyede
de dedikodular yayılmışken, yapılan hareket dedikoduları da haklı çıkarıyor.
Yakalanan ve nakledilecek şahıslara uygulanacak tedbirlerle ilgili yasanın
7.maddesinde “Yakalanan veya
tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da
kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz
ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir”
şeklindeki hükmü gözardı ediliyor. Kendileri tutuklanmayı göze alarak, bavulu
ile gelen kişilerin hangi kaçma şüphesi ya da tehlike arz ettiği hangi durumlar
var biz bilemedik. Kelepçeci müdür alenen yasayı çiğnerken, akıllara “Sen kelepçeyi tak biz yasasını yaparız”
sözü mü verildi sorusu geliyor. Bunun yanı sıra Anayasa’da düzenlenen hukuk
devleti tanımı, insan hakları gibi her türlü kanunun da gözardı edildiği bir
durum olarak karşımıza çıkıyor, kelepçeci müdürün girişimi. AİHM, AİHS gibi
uluslararası sözleşmelere girmiyorum bile.
Kamera
cezaevine nakil aracının ağzında bekletiliyor
Adliyedeki işlemleri
tamamlanan savcılar Adana F Tipi Cezaevine nakledilmek üzere iken, savcıları
götürecek aracın sürgülü kapısının bitişiğine AA ve TRT kameraları ve diğer
basın mevzilendiriliyor. Savcılara ait bavulların araca konulmasından itibaren
kayıt yapılmasına izin veriliyor. Savcıların araca binmesi için çevik ve asayiş
ekiplerinin açtığı koridorun sonundaki araç kapısı gazetecilere ayrılıyor.
Bakın silahları yakalayanları cezaevine gönderiyoruz, öyle savcılık yapmayın, bunlara yeltenir işinizi yaparsanız
sonunuz bu araca konulanlar gibi olur
görüntüsü mü amaçlanıyor, ya da diğerlerine gözdağı mı veriliyor.
Sonuç olarak duruşmada
alınan 12 saatlik ifadeler, her şeyi ortaya koyuyor. Cesaret eden buyursun
yayınlasın. Bir de, savcılara yöneltilen
suçlamaları kat be kat işleyenler, hukuk dönmez sanıp hukuka yapılan darbeyi
icra etmekten geri kalmadıkları cesareti umarım hukuk döndüğünde bunları ne
için yaptıklarını anlatırken de bulurlar.
ARZU YILDIZ