Hakim ve savcıları kim tehdit ediyor




Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP eski Milletvekili Bülent Arınç’ın son açıklamaları gerek özde iktidar “katipleri” olan sözde “gazeteciler” tarafından gerekse muhalifler tarafından tartışılmaya başlandı. Ancak Arınç’ın açıklamalarında herkesin gözünden kaçırdığı önemli bir detay vardı. Arınç, hakim ve savcıların tehdit, baskı ile karar verdiklerini, kimilerine “çok gençsin bak görev yerin değişir” tarzında söylemlerde bulunulduğunu söyledi.

Bunu zaten 17-25 Aralık sonrasında demokrasinin can damarının aslında “hukukun üstünlüğü” olduğunu bilen herkes dile getirdi. Hakim ve savcıların siyasi kararlar verdiğini, endişe ve korku ile sindirildiklerini, iktidarın yargıyı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) aracılığıyla adeta sopa gibi kullandığı defalarca söylenildi, yazıldı. Ancak bu kez benzer söylem yargıyı sopa gibi kullanan AKP’nin kurucusu, Başbakan Yardımcılığı yapan bir isimden geldi. Bülent Arınç yargı mensuplarının tehdit edildiğini söyledi. Öyleyse tehdit eden kim? Arınç ne gibi tehditlere tanık oldu? Tanık olduysa neden sustu? Kendisi de bir hukukçu olan Arınç cübbe giymekten bahsetti. Türkiye’de koltuk, makam aracı ve iki koruma için, menfaatleri için ya da işledikleri suçların sicil affına uğraması için birçok yargı mensubunun cübbesini çıkarıp “AKP neferi” gibi çalışmaya başladığı bu dönemde Arınç, cübbesini giymeyi düşünmek için 2 sene neden bekledi?  

25 Aralık günü örneğin, montaj olduğu iddia edilen ancak montaj olmadığı da “söylem” , “eylem” ve “sonuçları” itibariyle gün gibi ortada olan ses kayıtlarında kimler tarafından mahkeme kararının uygulatılmadığı, çöpe atıldığı, yasaların değil üst düzey isimlerin fetvalarının baz alındığı gün yargıya zaten darbe yapılmıştı. 25 Aralıktan sonra yine 1 Ocak 2014’de Kırıkhan’da durdurulan ancak savcının talimatı yerine yetkisiz kişilerin talimatını dinleyerek TIR’ları aramayan kolluk güçlerini de düşünürsek “savcının talimatı”, “mahkemenin kararı” uygulanmaması değil, uygulanması suç oldu.

İnsan zekasıyla alay eder nitelik(siz)te yargı kararları, iddianameler, uygulamalar

25 Aralık’ta hiçbir dokunulmazlığı olmayan Bilal Erdoğan’ı davetiyle ile ifadeye çağıran savcı darbeci ilan edilip meslekten atılırken, dokunulmazlığı olan ana muhalefet partisi liderini AKP’lilerin şikayeti ile ifadeye “sehven” çağırdığını belirten savcıya işlem yapılmadı! Bilal çağırılınca darbe de Kılıçdaroğlu çağırılınca “sehven hata” mı?

 25 Aralık savcısı Muammer Akkaş’ın “gizli” yürüttüğü bir soruşturmanın deşifre olduğu, delillerin karartıldığı ve mahkeme kararının uygulanmadığını açıklaması “marjinallik” olurken, AKP fanatiği hakimin twitterdan muhaliflere “yavşak” demesi ise suç sayılmadı… Savcı Akkaş’a oğlunu ifadeye çağırdığı için “seninle işimiz bitmedi daha dur bakalım”, “yargının yüz karası” gibi sözlerle miting meydanlarında hakaretler saydıran “Beyefendi” ve yandaşları bu hakime tek laf edemedi.

İki hakimi (Mustafa Başer ve Metin Özçelik)  iki günde “silahlı örgüt” ilan eden HSYK, o hakimleri tutuklanmasından önce başka bir mahkemede (Bakırköy 4.Sulh Ceza) saatler önce yazılmış tutuklama kararını whatsapp’dan yüzlerce yargı mensubu ile paylaşanlarla ilgili de herhangi bir işlem yapmadığı gibi yaptığı hukuksuzluğu, vicdansızlığı marifet gibi paylaşanları da Ankara’ya atayarak ödüllendirdi.
Zekeriya Öz’ün Dubai tatilini günlerce havuza manşet yaptırıp ( Bir yargı mensubunun adının iş adamları ve tatil ile anılması nahoş bir manzara olsa da) Öz hakkında dava açtıran, işlem yapan kurul,  iş adamlarından aldığı para ile yurt dışında tatil yapan bu yüzden de kınama cezası alan, ya da yolsuzluk dosyasını sıfırladığı için kaldığı otelin parasını yine bir iş adamına fatura eden savcının, yine bir başka hakimin Adana’da polisleri tutuklamasından sonra sayısız kınama cezasını sicilini temizledi, kimisini Yargıtay’a üye yaptı. Eylemler, suçlamalar aynı iken YBP’ci ise sicilini sıfırladılar, muhalifse ceza verdiler. (TIR savcılarını tutuklayan Tarsus 2.Ağır Ceza Mahkemesi üyesinin de sicili sıfırlanmış, daha sonra da hakim-savcı tutuklamaları ile yetkili mahkemeye atanmıştı)

Adana’da mühimmat yüklü TIR’larla ilgili soruşturmayı yürüten savcıların 8 Mayıs’ta tutuklanmasına rağmen,  tutuklama müzekkeresini 7 Mayıs’ta isteyen Adalet Bakanlığı yetkilileri, Tarsus Başsavcısı, infaz savcısı ile ilgili de inceleme izni vermeye dahi gerek görmedi bağımsız HSYK.

HSYK 2.Daire Başkanı

Bir de HSYK 2.Daire Başkanımız var, hatırlayamayanlar için hani şu polisleri, gazetecileri tahliye kararı verdikleri için 2 günde örgüt ilan edilen hakimleri açığa almakta geciktiklerini belirterek, özür dileyen kişi. Son dönemlerde twitterdan “yargıya güveni sağlayacakları” gibi mesajlar falan atan, hukukçu gibi değil paylaştığı ayet, hadis ve dini söylemlerle cami müzeni gibi davranan kişi.
Öncelikle hakim ve savcılarla ilgili “GİZLİ” olan disiplin soruşturmalarını yürüten bir dairenin başkanının ihsası rey niteliğinde, masumiyet karinesini hiçe sayarak, hiçbir hukuk etiğine uymayarak, suçlayıcı ve kesin kanaat içeren açıklamalar yapması, “Seninle işimiz bitmedi daha dur bakalım” diye savcı Akkaş’ı, “hainler” diyerek TIR savcılarını meydanlarda yuhalatan Recep Tayyip Erdoğan’ın twittlerini rt’leyerek, facebook da AKP vekilleri, yazarları beğenerek “tarafsızlık” mesajları vermesi gerçekten inanılacak gibi değil. Kendisine sormak lazım, Deniz Feneri , Ferhat Sarıkaya, İlhan Cihaner olayı gibi istisnai durumlar dışında HSYK (kurumsal olarak) tarafından ya da HSYK üyeleri tarafından daha önce hiç açıklama yapıldı mı? Ya da hakim savcılar hakkında hazırlanan disiplin raporları medyada yer aldı mı? Yer alsa o raporu sızdıranlar hakkında eski kurullar işlem yapmaz mıydı? HSYK tarihi boyunca yargısal takdir yetkisinden hakim savcı tutuklandı mı? Anayasa 138.maddesi açıkken, Adalet Bakanı hakkında fezleke düzenledi diye bir savcı tutuklandı mı? (Muhalefete günlük fezleke düzenlemek hukuk da bakana düzenlemek neden darbe, örgüt suçu? Ya da Adalet Bakanı ve müsteşarı hakkında fezleke düzenlenemez diye bir kanun mu var)
İki hakimin verdiği tahliye kararı sonrasında “tahliyeler adeta fiilen yasaklanmış” durumda iken, çıkıp yargıyı tehdit eden HSYK genelsekreteri hakkında inceleme izni neden verilmedi? Genelsekreterin HSYK adına açıklama yapma yetkisi mi var?
Eski kurul hani şu cemaatçi denilen, ama tüm bu hukuksuzlukların başlamasına neden olan İbrahim Okur’un (17-25 savcılarının görev yerini değiştiren, TIR Savcıları için daha olayın ne olduğuna dair bilgi sahibi bile olmadan “yanlış yaptılar” diyen ve süreci başlatan İbrahim Okur) olduğu kurul üyeleri (genelsekreter değil ÜYE) açıklama yapınca “korsan açıklama, korsan bildiri” oluyor da genelsekreter yetkisi dışında tehdit mesajları verince neden işlem yapılma gereği dahi duyulmuyor?
İki hakimin tahliyesi yönünde oy kullanan, Sümeyye’ye suikast saçmalığını yazanlar hakkında iddianame düzenleyen, Dijitürk’ün cemaat kanallarını uydudan çıkarmasını “tedbiren durduran”, 15 yaşındaki çocuğu Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla tutuklamayan, Sulh Ceza Hakimi olarak atandıktan sonra Sulh Cezalar kapatılsın diye Anayasa Mahkemesine başvuran ve akabinde oğlu hastanedeyken Zonguldak’a sürülen ve benzer onlarca hakim ve savcıyı oradan oraya siz göndermediniz mi?


Can Dündar ve Erdem Gül iddianamesi

Paralel, cemaat, FETÖ bilmem ne saçma sapan dayanaksız, somut hiçbir delil olmayan bir iddianame ve suçlama ile Can Dündar ve Erdem Gül hakkında dava açıldı. Suçlama casusluk! Akıl mantık alır gibi değil, ama bunları halen mantıklı bir hukuk metni gibi tartışanlar var. Casus dediğiniz adamlar gazeteci, casusluğa konu edilen olay gazetede yayınlanan bir haber. Haberin okuyucu kitlesi kim? Bu ülkenin vatandaşları. Casusluk suçlamasının dayanakları, eylemleri bellidir. Burada gizli saklı bir şey yok, haberi yapmadan bir gün önce gazete anons geçmiş ertesi gün önemli bir haber yapacaklarını duyurmuş, belge satmamış, menfaat elde etmemiş ( menfaat elde ettiğine, yabancı bir ülkeye belge sattıklarına dair iddianamede bir tespit ve suçlamada yok) eğer siz bu ülkede yaşayan muhalif kesimi bu ülkenin vatandaşı kabul etmiyorsanız onlara verilecek her haber casusluk faaliyetidir diyorsanız o zaman başka.
 İddianame ortaya karışık her telden var, az 17-25 ekleyelim, üzerine selam dosyasını serpiştirelim, sos olarak da TIR dosyalarını koyalım, delil de röportajlar ve yazılar olsun denilerek hazırlanmış. Yolsuzluktan darbe çıktığı nerede görülmüş, diziden talimat alınmışmış ( adam ben dizi izlemiyorum derse ne yapacaksınız, ispat etme şansınız var mı), öyle bir casusluk yapılmış ki TIR’lar Gülen’in açıklaması sonrasında durdurulmuş vay! Casusluk örgütüne bak, herkesin duyup görebileceği açıklamalarla “çok gizli” talimatlar veriyorlar. Hayal dünyasının genişliğine yoracağız ancak hayalin bile bir mantığı olmalı…

Baransu

Diğer yandan Mehmet Baransu’ya yapılanlar var. Baransu tek başına darbe yapmış, orduya kumpas kurmuş, yok bilmem ne… Öncelikle bahsettiğiniz ordu İsveç ordusu mu? Yoksa sicili darbeler, muhtıralarla dolu bizim bildiğimiz ordu mu? Bir gazeteci, eline geçen planları yazmış, sonra elindeki belgeleri götürmüş savcılığa vermiş.  Bu suç mu? Baransu savcı, bilirkişi, TÜBİTAK uzmanı değil, “ben bu davanın savcısıyım” gibi bir açıklaması yok. Belgeyi teslim ettiği savcılığa “zırhlı araç” tahsis etmemiş, muhalefete “temiz eller savcısına gitmeye gerek yok, bırakın yargı işini yapsın” diye savcıyı örnek göstermemiş, meydanlarda “biz askeri vesayeti bitirdik” atarı yaparak oy dilenmemiş, sadece haber yazmış. Onu tuvalet önünde yatırarak, zindanlara atarak, peş peşe davalar açarak kimlerin gönlünü hoş etme “hayatının en mutlu dönemlerini yaşatma” derdindesiniz? Kime diyet olarak Baransu’nun özgürlüğünü veriyorsunuz?



Herkesi örgüt yapabilirsiniz


Son dönemde açılan davalara konu iddianameleri okumayanlar için örgüt meselesinin nasıl oluşturulduğunu kısaca anlatalım. Örgüt suçlamalarına dayanak, gizli tanık ifadeleri, emniyetin fişleme raporları ya da HTS yani iletişim kayıtları. Basitçe izah edersek, bu iddianamelerde öncelikle suç tarihi saptaması diye bir şey yok zira suç tarihi ile suça delil gösterilen evrak, belge ve bilgilerin tarihleri çok farklı. Yargı mensupları için 2008’den itibaren yaptıkları telefon görüşmelerinin kayıtları makul şüphe gerekçesi ile mahkeme yoluyla alınıyor. Düşünün kendinizi bu kişiler yerine koyun. 2008’den beri telefon görüşme kaydınız alınsa, binlerce görüşmeniz olur değil mi? Bu görüşmelerden sadece 50-60 tanesi alınıyor, sonra bu alınan 50-60 görüşmede geçen kişilerin görüşme kayıtları da alınıyor, onların cemaatçi (cemaatçi olmanın suç olmak gibi bir durumu da yokken) olarak bilinen isimlerle görüştükleri belirlenirse işte örgüt oluyorsunuz. Abartmıyorum sizin görüşmeniz önemli değil, sizin görüştüklerinizin görüşmesi suç sayılıyor ve hepiniz örgüt oluyorsunuz. Hakim Başer ve Özçelik’i örgüt yapan rapor aynen bu şekilde düzenlenmiş. Aynı mantıkla Türkiye’deki herkesi örgüt üyesi olmak ile suçlayabilirsiniz. 

Arınç’ın cübbesini giymesine gerek yok, ne biliyorsa açıklasın

Yargı mensuplarının tehdit edildiğini söyleyen Arınç, ne biliyorsa açıklamalı.  Saat 17.25 geçe twitt atarak birilerine mesaj vermek yerine açık, net olarak konuşmalı. Cübbesi ona kalsın 2 yıldır sakladığı vicdanını, yüreğini ortaya çıkarsın yeter!

Popüler Yayınlar