Bir eğlence yöntemi olarak; Başkasının felaketini izlemek!



“Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar.” 




Türkiye’de son dönemde yargı, ihbar ve itirafçılık üzerine dava ve soruşturmaları yürütüyor. İhbarcılık sistemi iki şekilde karşımıza çıkıyor. Biri “resmî ihbarcılar” diğeri ise “resmî olmayan ihbarcılar.”

Resmî ihbarcılık; savcılıklar tarafından İsimsiz, ya da isimle yapılan şikayet ve iddiaları içeriyor. Bu ihbarlar üzerinden insanlar gözaltına alınıyor ve aylarca hapiste kalabiliyor, hatta mahkum olabiliyor. 



Resmî olmayan ihbarcılar sistemi ise yargılanan, henüz haklarında bir yargı kararı bulunmayan insanları “teröristlik”, “hainlik” ve “örgüt üyeliği” ile suçlayan ifadeler kullanan, hedef gösterenler tarafından ortaya atılan ifadeler üzerine savcılıkları harekete geçiriyor ya da kararlarını etkiliyor. 
Oysa bir soruşturma tek başına  resmi ihbar ya da gayri resmi ihbara dayandırılamaz.





Bu ihbarcilar, gazeteci, akademisyen, siyasetçi ya da isimsiz bir sosyal medya kullanıcısı olarak ortaya çıkabiliyor. Siyasetin en tepesindekiler, yargı mensupları, bu yönteme sık sık başvurabiliyor. Mesela hiçbir saldırı, eyleme devletin diliyle “terör faaliyetine” katılmamış siyasetçiler “teröristlikle” suçlanabiliyor. Suçlamalar sonrasında suç uydurularak işlem başlatılıyor ve bu resmî evrakta “üfleriz abi” gibi ifadelerle de yer alıyor. 



Diğer yandan bir ideoloji ya da inanç, dini cemaatlere mensup bazı kişiler suça karıştığında, bu cemaat mensuplarının tamamı suçlu olarak kabul ediliyor. Toplu cezalandırma sistemine dönüştürülebiliyor. Bu insanların bir bankada parasının olması, eğitim kurumlarında çalışmaları, telefon programı indirmeleri ya da yapılacak resmî ya da resmî olmayan ihbarlar onların “örgüt üyeliği” ile suçlanmasına yeterli olabiliyor.

Bunların hiç birine dahil olmayan insanlar da uygulamaya karşı çıktıklarında “hainlik” ve “devlet aleyhinde girişimlerde bulunmak” ile suçlanabiliyorlar. Yurttaşların gözaltına alınması,işkence görmesi ve tutuklanması için yeterli görülüyor.



Resmî olmayan ihbarcılar “ben değilim ama bu fetöcü”, “HDP’li terörist” gibi beyanlarla işlenen hukuksuzluğun Ortaçağda ki ihbarcılarına benziyorlar.



İhbar ve itirafçılık sisteminin hukukta en yaygın olarak kullanıldığı, insanları idam etmek için gerekçe kabul edildiği mahkemeler Engizisyon Mahkemeleriydi. Şu an Türkiye’de uygulanan ihbarcılık ve itirafçılık Üzerine kurulu hukuk sistemi ortaçağ Engizisyon Mahkemelerinin yargılama yöntemiydi.



İnsanlar inançları yüzünden sapkın ilan ediliyor, savunmaları dikkate alınmıyor ve onlarca işkence yöntemi ile biat etmeye, itirafçı olmaya zorlanıyordu. İtirafçılar istenilen şeyleri söylediklerinde yeni isimler ortaya çıkıyor ve binlerce insan kazıklara çakılarak, diri diri yakılarak öldürülüyordu.



Kişiler sevmedikleri, aralarında husumet olan insanları, boşanamakdıkları eşlerini, kıskandığı akrabalarını, borçlandıkları kimseleri ya da kurtulmak istedikleri metreslerini “sapkın”, “büyücü” ya da “cadı” olmakla suçlayabiliyordu.



Bu suçlamalar yapılırken, yapılan ihbarların mantığa uymasına gerek yoktu. Bir kişinin “bir fare ile aşk yaşadığını” iddia eden ihbar gibi mantıksız tüm suçlamalar kabul görüyordu. Bunlara inanmanıza gerek yoktu. İnanmış gibi davranmanız, sizin kurtulmanız  için yeterliydi! Halkın bir kısmı gerçeği bilse de korkudan inanmış gibi davranıyordu.

Korkmaları için haklı bir sebep vardı. Yargılama adı altında alınan kararlar meydanlarda uygulanıyordu. İnsanlar kazıklara geçiriliyor, diri diri yakılıyor, tırnakları sökülüyor, ayaklarına kızgın demirden ayakkabılar giydiriliyor ya da kadınların göğüsleri demirlere sıkıştırılıyordu.


Tüm bunlar halkın gözü önünde yapılıyordu. Bu yüzden insanların bir kısmı korkuya kapılıp, gerçeği bildikleri halde inanmış gibi yapıyorlardı. Bir kısmı da meydanlardaki idamları ailesi ve çocukları ile izlemeye gelerek, bunu bir eğlenceye dönüştürüyordu. İnsanların yakılmasını, idam edilmesini izlemekten keyif alıyordu.

İhbarcılık ve itirafçılık üzerine dizayn edilmiş bir yargılama sistemi vardı. Yargılamayı yapanlar bu yaptıklarından o kadar memnundu ki uygulamalarını  tarihe geçirmekten de geri durmuyorlardı.
Eğer bir kişi kendi günahlarını gelip bir ay içinde itiraf ederse ve "özür dilerse" affedilirdi. Ancak bu süre içinde böyle bir davranışta bulunmazsa, ona karşı dava açılırdı. Davalı, mahkemede kendisini kimin ihbar ettiğini asla öğrenemezdi.

Söz konusu mahkemelere “Efendim kafirlerle inançlıları bazen ayırmakta zorlanıyoruz” dediğinde “hepsini öldürün” yanıtı alabiliyordu.
İhbar edilenler, itirafçılığa en kolay yöntemle “işkence” ile ikna ediliyordu. Bazen itiraflar da kurtulmaları için yeterli görülmüyordu. İtirafları kabul görenler diz çökerek afdiliyordu. Diğerleri ise yakılarak öldürülecekleri için odun toplayabiliyordu.
Sadece inanç değil, düşünce ve ifade özgürlüğü de “cadı”, “sapkın” ilan edilmek için yeterliydi. Tarihin en karanlık dönemiydi. 50 binden fazla insan yakılarak öldürüldü. Binlercesi işkenceye uğradı.
Söz konusu dönemde yargılananlardan ve “sapkınlıkla” suçlananlardan biri de İtalyan gök bilimci ve filozof Giordano Bruno’ydu. Evren’de dünyadan başka gezegenlerin olduğunu söylemişti. Girdiği bir fikir çatışması Üzerine ihbar edilerek, Engizisyon mahkemesine teslim edildi.
Hücrelerde tutuldu, işkencelere maruz kaldı. Engizisyon’daki yargılama sonucunda Roma’da kazığa bağlanarak, diri diri yakılmasına karar verildi. O süreç içerisinde ortaya attığı fikirleri savunmaya devam etti. Kendisi hakkındaki kararı açıklayan mahkemeye “ Muhtemelen, bana cezamı söyleyen sizler, bu cezayı alan benden daha çok korkuyorsunuz” diye seslenebilmişti.



Bu çıkışı ve tavrı yüzünden düşünce ve ifade özgürlüğü savunuculuğu  konusunda örnek gösterilen Bruno, cezanın uygulama sürecinde de otorite karşıtı çıkışlarını sürdürdü. Yaptığı belirtilen konuşmalardan birinde şunları söylemişti; “Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım”

Birçok bilim adamının idam edildiği bu kötülükler yapılırken, kararı veren mahkemeler görünürde hukuki, gerçekte ise insanlık, hukuk dışı bir yapıya sahipti. Korku hakimdi. Resmî ve Resmî olmayan ihbarcılar yaygındı. Onlar felaketlerine sebep oldukları insanların kazıklara bağlanarak yakılışını izlemekten zevk alacak kadar insanlıktan çıkmıştı. Sapkınlıkla suçlananlar dayatılan inanca aykırı görüşte olanlar ya da iftiraya uğrayanlardı. Düşünce, ifade, yaşam tarzı özgür olmadığı gibi suç kabul ediliyordu ve bunun Tanrı adına yapıldığı belirtiliyordu.

1600’de 52 yaşında yakılarak idam edilen Bruno, bir davaya hizmet ettiklerini sanan ve bunu Tanrı inancına bağlayanlardan farklıydı. Bruno, görüşünü şu sözlerle ifade etmişti: “Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar.”











Popüler Yayınlar