Tahşiye iddianamesi: “Gerçekten filmi çok beğendik”
Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ve bazı
polisler hakkında yürütülen tahşiye soruşturmasında nihayet iddianame
hazırlandı.
Hazırlanan “iddianame”yi okudunuz mu bilmiyorum. Savcının
hazırladığı iddianamede suç isnadı var delil yok.
Sırayla gidersek;
Önce savcı sanık olarak sıraladığı isimleri Fetullahçı Terör
Örgütüne (FETÖ) ve Paralel Devlet
Yapılanmasına ( PDY) üye olmak ile suçluyor. Sonra diyor ki ben böyle ifade
ediyorum ama elimde bir Yargıtay kararı yok. Bunların örgüt olduğuna dair
Yargıtay’ın kesinleşmiş kararı olması lazım.
Devam ediyor, yine de FETÖ, PDY demem de sakınca yok çünkü
resmi yazışmalarda da bu artık kullanılıyor. Savcı aslında önce örgüt konusunda
Yargıtay tesciline ihtiyacı olduğunu itiraf ediyor, sonra resmi yazışmaları
bahane ediyor. İşin özünde resmi yazışmalarda bu dili kullananların da
hukuksuzluk yaptığını aslında bir nevi itiraf ediyor.
Diğer yandan, yine sanıklar silahlı örgüt ile suçlanıyor.
Ancak silahlar nerede, silahlı eylemler nedir tek kelime edemiyor.
İddianamede, Gülen örgütünün faaliyetleri sıralanıyor. Dershaneler,
Türk okulları vs bunların sistematik olduğu, dinin sömürüldüğü gibi iddialar
var. Ancak bu sömürülere ilişkin nedir, nasıl yapılıyor, ne gibi icralarda
kullanılıyor-kullanıldı gibi tek veri yok. İddianamede yazılan bu isnatlar
havuz gazetelerindeki köşe yazılarının ve AKP’lilerin söylemleriniN kopyala
yapıştır versiyonu olarak karşımıza çıkıyor.
Diğer yandan, 17-25
Aralık, Adana’da durdurulan mühimmat yüklü TIR’lar Selam Tevhid gibi
soruşturmalara da savcı bey kendi başına darbe diyebiliyor.
17-25 Aralık’ın darbe olduğuna dair savcı bey bize nasıl bir
delil sunuyor. Stv’de yayınlanan dizi de neymiş efendim bunların olacağına dair
diyaloglar varmış bla bla… Burada ilk başta bir hukuk trajedisi olarak başlayan
iddianame komediye dönüşüveriyor.
Şimdi 17-25 Aralık ile ilgili yürütülen soruşturmalarda
elimizde ne var, biz ne gördük, ne okuduk fezlekelerden, ifadelerden… 17 Aralık’ta
2 ayrı gümrük bilirkişi raporu, BDDK raporu, MİT’in Zarrab raporu, KOM Daire
Başkanlığı raporu, Masak Raporu bunların yanı sıra ev aramalarında ele
geçirilen kasalar, banyo liflerine istiflenmiş paralar, çikolata ve ayakkabı
kutuları, saatler ve bilumum delil… Başka ne olmuştu. 17 Aralık’ı kapatan savcı
Ekrem Aydıner’in dahi imzası olan bir kısım şüphelilerle ilgili tutuklama kararı,
tutuklama kararına itirazların reddine ilişkin mütalaalar ve cezaevinde kalan
şüpheliler… Dosyaya takipsizlik kararı veren aynı zamanda şüphelilerin
tutuklanma müzekkeresine imza atan savcı Ekrem Aydıner de mi darbeye ortak
oluyor?
25 Aralık’ta ise Etiler Polis Okulu’nun kapatılması, maden
ve sit alanlarına ilişkin mevzuatların baskı, rüşvet verilerek değiştirildiği
iddiası, bunlara ilişkin görüşme ve teknik takip görüntüleri, Yasin El Kadı’nın
yasa dışı ülkeye sokulması, devletin üst kademesi ile görüşmesi, yaptığı trafik
kazasında sahte tutanak hazırlanması gibi bir ton delil ve iddia…
Savcımız, tüm bunlara
değil, dizi repliğine inanmamızı bekliyor. Ya da kendisi tüm bu delilleri yok
sayıp, dizi repliğinden darbe çıkarıyor.
Bitmedi…
17-25 Aralık ile ilgili “darbedir” diye pardon verilmiş,
kesinleşmiş bir yargı kararı var mı? Yok! Bunlarla ilgili yargılama yapıldı mı?
Yok! Savcı kendisi yargılamayı yapmış, hükmü vermiş bunu da bir de örgütün eylemi
diye iddianameye eklemiş.
Yetmemiş, bir de demiş ki; 17-25 Aralık operasyonları
yaparak hükümetin yolsuzluk yaptığı algısı yaratılmaya çalışıldı… Vah vah…
saatler, kutular, kasalar, banka giriş dökümleri, onlarca bilirkişi raporları,
etiler polis okulu arazisinin kapatılması, urla villaları hepsi de yolsuzluk
algısı için miydi? Yahu bunu dosyada adı geçen şüpheliler bile demiyor. “Yolsuzluk
yapmadık” dediler de biz mi duymadık! Sadece “bizi yakalayanlar cemaatçiydi,
iyi niyetli değillerdi, bizi yıkmak için yaptılar” diyorlar… Ötesini
diyemiyorlar… Darbe dediği 17-25 Aralık’ın hangi tarihte olduğunu bile doğru
bir şekilde yazamayan savcı, olay tarihini 17-25 Aralık 2014 diye iddianamesine
yazmış. Savcıya yardımcı olalım olay 2013’de gerçekleşti.
Gelelim TIR mevzuna;
İddianameye göre, TIR’lar MİT’inmiş… yine savcının aynen iddianamedeki
ifadesine göre “Türkmen kardeşlerimize yardım taşıyormuş”! Savcı bey bazı
şeylerden habersiz galiba… “Türkmen kardeşlerimiz” aynı dönemde TIR’ların
kendilerine gelmediğini açıkladı. Ayrıca bulunan mühimmatları kullanacak
ellerinde tankları mı var? Ya da donanımları mı? Aynı zamanda TIR savcılarının
yargılandıkları dava dosyasında onlarca klasörde TIR’ların Türkmenlere gönderildiğine dair TEK BİR RESMİ BELGE YOK!
Yine TIR’lar MİT’in ise MİT neden savcılarla ya da askerlerle ilgili dosyada
müşteki değil? Ayrıca TIR’ları kullanan kişiler sivil… TIR’lara eskortluk eden
araçlarda MİT mensubu olduğu iddia edilen kişiler var. Bitmedi. Bu olayın
yaşandığı 1-19 Ocak 2014 tarihinden bu yana MİT kurum olarak TIR’ların
kendilerine ait olduğuna dair tek bir resmi açıklama yapmadı. 1 Ocak’ta
durdurulan TIR’a eskortluk eden araçta MİT’e değil, daha önce el kaide
üyeliğinden hakkında işlem yapılan A.D’ye ait. Yani görünen manzarada ne TIR’lar
ne de eskortluk eden araçlar MİT’e ait. Sadece eskortların içerisindekiler MİT’çi.
Ayrıca MİT’in silah sevkiyatı görevi mi var? Bir savcı olarak bunu bilmiyor mu?
Savcı TIR’ların Gülen’in emri ve STV’deki dizide geçen
repliklerde yer alan emirle durdurulduğunu söylüyor. Buna ilişkin delil olarak
da dizi replikleri ve Gülen’in sohbetlerinin yayınladığı internet sitesinin
adresini gösteriyor. Soruşturmada görev alanları da casuslukla suçluyor.
Bu casuslar ya çok aptal, ya da iletişim ağları çok zayıf. Düşünsenize
adamlar casusluk yapacak, bununla ilgili eylem talimatlarını dizi çevirip,
repliklerle, ya da Gülen’in alenen herkesin görebileceği sohbetlerinin yayınladığı
internet sitesi ile alıyorlar… Diğer yandan da casusluk konusu hangi belge,
hangi ülkeye para ya da menfaat karşılığında verilmiş. Cevabı yok… Saçmalıktan
öte! Bir de Yargıtay’da daha ilk duruşması bile yapılmamış davanın kararını
Yargıtay üyeleri değil, Tahşiye savcısı hükme bağlıyor. Üstelik öyle iddia,
olasılık vs gibi dil de kullanmayarak, kesin hükümler veriyor…
Hikayemiz bununla da bitmiyor. Tahliye kararı verdikleri
için tutuklanan hakimleri de yine HSYK’da (TIR Savcıları ve 17-25 savcıları
için de geçerli) haklarında soruşturma devam ederken, örgüt üyeliği ile adeta suçluyor.
Tahliye kararının Gülen’in talimatı ile verildiğini söylüyor. Burada da yine
yukarıda yazılan gibi hüküm veriyor vs…
Şimdi savcı bey bizden dizi replikleri ile talimat
verildiğine inanmamızı istiyor eyvallah. Ama soruyoruz. Siz bunu nasıl
ispatlayacaksanız. Bu kişilerin bu dizileri izledikleri nasıl ispatlanacak?
Gülen’in sohbetlerini takip edip etmedikleri nasıl ispatlanacak. Diyelim hadi
bunları da takip ediyorlar. Bu iddia nasıl somut delile dönüştürülebilecek… İmkanı
var mı? YOK!
Yazılan iddianame adı altındaki dizi replikli, bol hayalli, somut
en ufak bir delil sunulamayan metnin bize gösterdiği tek bir şey var. 30 Nisan
ve 1 Mayıs’ta tutuklana hakimler Mustafa Başer ve Metin Özçelik’in verdikleri
tahliye kararının doğruluğu-yerindeliği ve haksız yere içeri atıldıklarını
tescili niteliğinde bu iddianame…
Söz konusu iddianame birçok dile çevrilip, uluslararası
camia ile paylaşıldığında Türk yargısının dizi replikli ve bol hayalli
iddianamesinin yargıyı düşüreceği durum ortada. Bu iddianame AİHM’de haklarında
dava açılan sanıklar, TIR, 17-25 Aralık savcıları ve polisler, asker için
yapılacak başvurularda hak ihlali olduğu yönündeki kararın çıkmasının önünü
açacak. Aynı zamanda söz konusu kişiler için de bir masumiyet vesikası olarak da kayıtlara
geçmiş olacak…
Sonuç olarak bu iddianame eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
“Filmi çok beğendik. Oyuncuları da tebrik ederim. Çok güzel oynamışlar” şeklindeki
ünlü twittini anımsatıyor…