Kara(rtılmış) bir hayat: Şıhbekir Amca’nın hikâyesi

1980 darbesi sürecinde gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Cemil Kırbayır’ın annesi Berfo Ana’nın ömrünün son gününe kadar oğlunu bulmak için harcadığı çaba herkesin yüreğini dağlamıştı. 12 Eylül darbesiyle ilgili Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaya elinde oğlunun fotoğrafıyla gelen Berfo Ana kendisine söz verildiğinde 103 yaşında yaşlı ve yorgun sesini duyurmak için tüm gücüyle, “Ocağın yıkılsın Evren. Oğlum nerede” diye bağırıyordu. O gün duruşmayı Berfo Ana’nın üç sıra arkasından izliyordum. Bir anne olarak onun yerine kendimi koydum,  acısını yüreğimde hissettim. O konuşurken salondakilerin gözleri dolmuştu. Berfo Ana, analık dersi veriyordu adeta. Analık, evladının kokusu için hayata tutunmak direnmek, onun gibi son ana kadar mücadele etmekti. Berfo Ana salona geldiğinde de, Galatasaray Lisesi önünde oğlu Cemil’in resmini taşıyarak beklediğinde de tek bir amacı vardı; oğlunun akıbetini öğrenmek, öldüyse de kabrine gidip bir Fatiha okumak.  Ama hayatının son anına kadar mücadele ettiği bu amaca ulaşamadan öldü.

Şıhbekir Amca'nın kaderi aynı olmasın Ankara TMK.10. maddesiyle yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı, 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili 2011 yılında soruşturma başlatmıştı. Faili aranan cinayetlerden biri de 1994’de Ankara Gölbaşı’nda öldürülen Avukat Faik Candan’ınkiydi. Savcı o dönemde kapatılan bu cinayetin dosyasını yeniden açmış ve aileleri ifadeye çağırmıştı. O gün ne ile karşılaşacağımı bilmeden eski DGM olarak bilinen özel yetkili savcıların bulunduğu koridorun başında bekliyordum. Sabah saatlerinde Avukat Levent Kanat ile birlikte biri çok yaşlı üç kadın, bir de zor yürüyen yaşlı bir amca geldi. 1.60 boylarında kısa ve çok zayıf, yüzü kırışıklarla dolu, kendisi küçük acısı büyük bir adam… Üzerinde eski bir takım elbise vardı. Gömleğinin üzerine bir yelek giymiş, yeleğin cebinde eski bir saati vardı, ayağında da köylerde çok giyilen kara lastik denilecek bir ayakkabı. İfade sırası için zaman zaman saatine bakıyordu. Savcı ilk olarak onu çağırdı. Ama ben karşımdaki bu köylü, samimi görünümlü, gariban babayı görünce sarsılmıştım. Yüz ifadesinde öyle bir acı vardı ki, sanki ifadeye değil de oğlunun ölüm haberini yeni alıp, naaşını almaya gelmiş gibi duruyordu. Dokunsan çığlık atıp, feryat figan bağıra bağıra ağlayacaktı sanki. İfadenin ardından ne diyeceğimi bilmeden yanına yaklaştım. İçeri de neler anlattığını sordum. Bana “Biz Şereflikoçhisar’da yaşıyoruz. Benim memleketim de dünyam da ora kızım” dedi ve ağlamaya başladı. Bu kez o bana soru sormaya başladı, “Bu savcılar oğlumun katilini bulacakmış dedi avukatlar. Bulacaklar mı” diye sordu. “Bulacaklar Şıhbekir Amca” dedim. Bu cevapla biraz rahatlayan Şıhbekir Amca anlatmaya başladı: “Ben köyde kendi halinde yaşayan biriydim. Faik benim okuttuğum ilk çocuğumdu. Avukat oldu diye göğsüm kabarmıştı. Gururumdu. Çok yakışıklıydı, o gelince gururum ikiye katlanıyordu. Yüzüne baktığımda hâlâ oğlumun avukat olduğuna inanamıyordum. Ankara’ya pek gelmezdim. Kendisi ölmeden kısa süre önce köye gelmiş, tehdit aldığını söylemişti. Kimlerin tehdit ettiğini sordum, cevap veremedi. Kendi halinde siyaset yapıyordu. Suçlu olduğuna inanmıyorum. Ama suçu varsa bile devletin hukuku var, çıkarıp yargılasalardı. Öldürmeselerdi. Benim gurur duyduğum, övündüğüm canımı, geleceğimi umudumu aldılar.” Şıhbekir Amca ağlamaktan tıkana tıkana anlatıyor, ceketinin cebinden çıkardığı bez mendiliyle gözyaşlarını siliyordu. 

Onunla birlikte ifadeye gelen kızları, eşi Ayşe  ve hayatta kalan tek oğlu Mustafa da ağlıyordu. Ama hiçbiri beni Şıhbekir Amca kadar sarsmamıştı. Hayatta kalıp, övünmesine, gurur duymasına vesile olan tek kişi elinden alınmıştı. Şıhbekir Amca eşi Ayşe ve kızlarının ifadesinin ardından adliyeden oğlunun katilinin bulunması umuduyla ayrılmış, giderken de “İlk kez içimde umut var. Savcı bey çok kararlı” diye avunarak gitmişti. Ama ben onun sarsıntısını, acısını üzerimden atamamıştım. O tarihe kadar benim için rutin bir soruşturma olan faili meçhuller soruşturmasını o günden sonra içselleştirmiş, Şıhbekir Amca’ya “katili bulacaklar” sözünü söylediğim için kendi meselem haline getirmiştim. O soruşturmada yaşanan her gelişme beni Şıhbekir Amca’nın acısının bir nebze olsa da dindireceği düşüncesiyle heyecanlandırmıştı. Ve soruşturma ne zaman sekteye uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalsa, onun uğrayacağı hayal kırıklığını düşünerek panikletip, korkutuyordu. Adliye muhabiri olmak bu soruşturmaları dışarıdan izleyip, çözülsün diyen tüm samimi vicdan sahibi yazarların bir adım önünde acılara tanık olarak, o anları birebir yaşayarak daha iyi anlamamı sağlamıştı. Berfo Ana’nın salondaki feryadı yüreğimi nasıl dağladıysa, Şıhbekir Amca’nın o görüntüsü, acısı da aynı şekilde dağladı. 

Berfo Ana hayata oğlunun kabrinde bir Fatiha okuyamadan veda etti. Faili meçhuller sadece karanlık kalan bir dönemin aydınlanması için değil ailelerinin acılarının bir nebze de olsa dinmesi için de önemli. Yargı, siyasi irade ve gazeteciler bu soruşturmaların sonuna kadar takipçisi, destekçisi olsun ki Şıhbekir Amca gurur duyduğu, okuttuğu oğlunu elinden alanlardan hesap sormadan bu dünyadan gitmesin.

Popüler Yayınlar