Liselim



Lise son sınıfta iki katlı okulun, ikinci katında tam öğretmenin karşısında en yakın arkadaşımla beraber pencere kenarında oturuyorduk. Coğrafya dersindeydik. Oturduğumuz yerden okulun girişini görebiliyorduk. Dışarıyı izlerken, genç uzun boylu, düzgün fizikli birinin okula forma ile geldiğini gördük. Yaş olarak büyüktü, dikkat çekiyordu. Forma giydiğini görünce de şaşırdık. O kadar yakışıklıydı ki, o ana kadar hayatımda aşk, hoşlanma gibi hiç bir hissi bilmediğim, düşünmediğim halde ben ve yanımdaki arkadaşım istemsiz bir şekilde ayağa kalktık. Pencereden aşağı doğru eğilip, gelen gence bakmaya başladık. Gerçekten çok yakışıklıydı ve farkında bile değildik; öyle gözlerimizi dikip baktığımızın.

Birden bizi fark etti. Kafasını kaldırıp, yukarı doğru baktı. Güldü “ne oldu” gibisinden bir hareket yaptı. Sonra okula girdi. Ben dedim ki, “bana yaptı”, arkadaşım döndü “hayır bana yaptı” diye cevap verdi. O esnada genç coğrafya hocamız “hayır bence bana yaptı” dedi:)


Bizim dönemimizde öyle açık filmler yoktu, varsa da biz bilmiyorduk. Hayatımız bambaşkaydı. Bir kız bir erkekten hoşlandığında aralarında neler yaşanır fikrimiz de yoktu. (Abartmıyorum öyleydi) Gezelim, eğlenelim, çılgınlıklar yapalım modundaydık. Devrimci şarkılar dinliyor, kavga ediyor, okulun kurallarına uymamayı devrim sayıyorduk. İlk kez böyle bir hisle karşılaşmıştık. Sonrasında insana dair şeyleri ayıp sandığımızdan, bir de henüz böyle hislerle tanışmadığımızdan utanıyorduk.

Teneffüste aşağı inip, nöbetçi öğrenciyi bulduk. (Hala var mı böyle sistemler bilmiyorum) okul yeni açılmış, az öğrencisi olan bir okuldu. Genci sorduk, alttan dersi varmış, perşembe günleri okulu bitirmek için beden eğitimi dersine geliyormuş. bunu öğrendik.

Perşembe günleri onun beden dersine geldiği saatte, bizim edebiyat dersimiz vardı. Şenay Bektaş isminde güzel bir hocamız. Kendisine ayrı, derse ayrı aşıktık. 70 dakikalık blok derste, zaman nasıl geçiyor anlamazdık bile. O günden sonra devamsızlığı son sınırına dayayana kadar perşembe günleri edebiyat dersine girmedim. Bahçede uzakta bir yere oturup, o genci izlemeyi tercih ediyordum. Edebiyatı uygulamalı tanıyordum belki de:)


O beni hiç fark etmiyordu. Etmesini de hiç istemiyordum. Öyle uzaktan bakıyordum. Bizim evimiz Batıkent’in girişindeydi. Birgün onu tanıyan birisinden evinin adresini öğrendik. Hemen okulun karşısında yol kenarında, önünde de boş büyük bir arazi olan mesa’da oturuyordu. O tarihlerde Batıkent’in çıkışı, sonu sayılırdı. Yani benim eve ters istikametteydi. Evi öğrendikten sonra 6 kişilik arkadaş grubumla hergün eve oradan yolu uzatarak, yürümeye başladık. Bir süre sonra da çalıştığını öğrendik. İş yeri biraz daha uzak ve ters istikametteydi. Buna rağmen yolu iki misli uzatarak, ‘ev ve iş yerinin önüne denk gelir de görür müyüz’ diye yürümeye başladık.

ford marka arabası vardı. Yıldız Tilbe dinliyordu. Bir yandan da arabasını yıkıyordu. Bizi forma ile görünce “iyi akşamlar” dedi. O “iyi akşamlar” sözü, hani “seni seviyorum” dese ancak o kadar mutlu ederdi. Fark edildiğimizi anlamak yetmişti.

Masum bir heyecan, bilinmez duygular, hayal bile kurmaktan utanma, her türlü his vardı. Bu böyle biraz devam etti.

Okulu erken bitirmiştim. Artık onu görme imkanım da azalmıştı. Durduk yere mesaya gidemiyordum da. 18 yaşına geldiğimde abim bir araba verdi. Yeni almıştı. İçerisinde bir set vardı arabadan daha pahalıydı. Şöyle Batıkent’in girişinden açtığında sesi, çıkışından duyabileceğin bir sistem.

Arabayı alınca, bir iki kez evlerinin önünden geçtim. Yol kenarındaki binanın birinci katı ve yola bakan kısmında oturuyordu.

Bu kez uzaklar biraz daha yakın, görme ihtimali daha yüksekti. Fakat beni bilsin de istemiyordum.

Bizim evde kapının önünde otururken, tanırsa vs muhabbetleri oldu. Bir arkadaşım, “eşarp takalım. Peçe gibi bağlayalım yüzümüzü nereden bilecek” dedi. Annem “salak mısınız siz, takip eder yine bulur” diyordu.

Tabi bu öneri mantıklı geldi. Annemin söylediği ihtimal de riskti, fakat riksiz ne var ki?

Neyse arabaya peçeleri takıp biniyor, gencin oturduğu mahalleye gidiyorduk. Müzik son ses, ve hep aynı şarkı ile; Hakan Taşıyan’dan “güz gülleri gibiyim. Hiç bahar yaşamadım. Ya sevmeyi bilmedim yıllarca ya sevince genç kaldım”

18’inde bir genç için fazla arabeskti fakat güzeldi. Binalarının önüne gelince, şarkı bitinceye kadar duruyorduk. Biraz zaman geçince sadece onun oturduğu binadakiler değil, o caddede ne kadar insan varsa balkona çıkmaya başladı. Geçtiğimiz zamanlar hep farklı saatlerdeydi. O yüzden de takip edemiyorlardı. Her gün de gitmiyorduk.

Kime dinlettiğimiz belli olsun diye de ismini bağırdı birkaç kez arkadaşlarımdan biri. Araba caddeye girince artık o’da balkona çıkıyordu. (Gençteki havayı siz düşünün:) mahalle komple çıkıyor, alkışlıyor Gül atıyordu. Güz gülleri şarkısına da uyumluydu tepkiler. Herkesin hoşuna gitmişti. Peçeli kızlar, alışılmışın tersine bir erkeğin kapısına gidip, şarkı dinletiyordu. Bu aylarca devam etti. O zamana kadar bizim kim olduğumuzu öğrenemedi. Artık biz de işin aşk kısmını geçmiş, gırgırına da alışmıştık. Bizim de mahalleyi sokağa dökmek hoşumuza gidiyordu. Alkışlar, ıslıklar, güller ve Batıkent’i baştan sona saran şarkı. (Sahneye çıkar gibi)

Ezberlenmiş her şeyi alt üst eden, bir çıkış. Kızların bir erkeğin mahallesine gidip, boy göstermesi.

Birgün yine peçeleri taktık, şarkıyı açtık dinlettik. Mahallede aynı coşku biz de artık eğlence haline gelen bir rutin.

Sonra bizim eve geldik. Kapının önünde çay-sigara içiyoruz. Annem de var. Her beraber muhabbet ediyoruz. Gülüyoruz yaptıklarımıza. Birden gencin arabası kapıdan geçmez mi? Evin içine nasıl koştuğumuzu bilemedik. Annem geldi dedi ki “gerizekalılar ben size dedim. Böyle olacağı belliydi. Şimdi ne yapacaksınız. Oğlanı tanımıyorsun, nedir ne değildir bilmiyorsun. Oyun sandığın şeyler başına bela açabilir. Hadi takın şimdi peçeleri artık sizi her türlü öğrenir”

Galiba bizi utandırmamak için o gün bir daha geçmedi. Sonra tanıdık bir arkadaşımla bana haber gönderdi. “Gelsin konuşalım” diye.

Gitmeye hiç niyetim yoktu. Kapının önünde kritik “acil durum” toplantısı yapıyorduk. “Ben hayatta gitmem. Utanırım ya onca olaydan sonra” dedim. Arkadaşlarım bizde geliriz en azından bir kez konuş” dediler. “Hayır dedim. Bunun üzerine ikinci kez haber gönderdi. Kesinlikle yaşananları hiç açmayacağım, tek bir imada dahi bulunmayacağım. Sadece normal sohbet edeceğim gelsin” diye. Bu kez kriz masasından ortak görüş “gidelim” diye çıktı.

Neyse bizim lisenin arkasında buluşacaktık. Bir perşembe günü.

Ben arkadaşlarımla gittim. “Çok süslenmiş” demesin diye de ortalama bir şeyler biraz günlük kıyafet havası vererek:) ama tabi genciz o zaman, ne saçta, ne yüzde boya var. Doğallığımız yetiyor. Kulvarımız da iddialıyız:)


Okulun arkasına gittik, genç geldi. “merhaba, okul bitti ne yapıyorsunuz” vs bir şeyler söyledi. O anda ona baktım. Benim beğeneceğim hiç bir şey yoktu. Tipi bile hoşuma gitmedi. Bir şeyler eksikti, ya da ben fazla büyütmüştüm kafamda. İçimde zerre bir his yoktu. Hatta bir an önce eve gitmek istedim. Uzatmadım “geç kalıyoruz bizim eve gitmemiz lazım” dedim. Giderken arkadaşlarım sordu ne oldu: hiç bir şey olmamıştı. Hiç bir his, yaşanmışlık, ya da içimdeki utanma duygusu bile kaybolmuştu. “Bu mudur” moduna girdim.

“Bana göre değil” dedim. İlk ve son konuşma oldu bu. Sonrasında o benim kapıdan geçmeye başladı. Kendini göstermeye çalışıyordu fakat bir şey eksikti. Benim aradığım bir şeyler.

Sonra düşündüm. Gözümü karartıp, aleni şekilde o dönemin Türkiye’sinde bir Batıkent’in gözünün önünde ezber bozmuştum. Yüzüme peçe de taksam bir kızında bir erkeğin kapısına gidebileceğini göstermiş, üstelik bunu o mahalleye kabul ettirip sevdirmiştim.
Peşinde koştuğum güzellik, buluştuğumda ilgimi çekmedi. Bir şeyler eksikti.

O ana kadar yaşadığım ilk kez tanıştığım hislerdi fakat uzaktan görüp beğenmekle, konuştuğunda karşına çıkan aynı olmuyor. Ve “insan niye sever” sorusunun cevabını bulmuştum. Karşısındakinde en çok kendini arar, kendinde olanı cesaret gibi.

Ya da kendinde olmayanı o dönem toy birisi olarak; Bilgi, olgunluk, samimiyet gibi..

Artık O mahalleye yolum düşse, müzik açıksa, sesini kısarak geçtim. Peçesiz. Kendim olarak.

Ne mahallenin coşkusu umrumda oldu, ne de artık kim olduğumu bilmeleri. Geride eğlendiğimiz günler kaldı. Ama ben kendimi buldum.

Ve şunu da anladım. Bir şey yapıyorsan kapalı yapma. Maske takma. Sen ol! O zaman karşındakinin maskesini de düşürürsün! Ve maskesi çıkınca insanın gerçek yüzünü görürsün...

Şu anda baktığımda birçok insanın yüzüne peçe taktığı halde; fark edilmeye, anlaşılmaya çalıştığını, yüzleşmekten korktuğunu görüyorum. Oysa peçe çıktığında, yüzleşmekten korktuğunuz şeye doğrudan vardığınız da gözünüzde büyüttüğünüz kadar önemli olmadığını anlayacaksınız. Ve gizlediğiniz güzelliğiniz bu kez sizi değil, karşınızdakini utandıracak.

İnsana dair ne varsa ayıp ve suç olmadığını anlayacaksınız.
Gizlediğiniz korkularınızla yüzleştiğinizde aradığınızı bulacaksınız.

Popüler Yayınlar