'17 Aralık hükümeti yıpratmak için yapılsaydı, Şimşek ve Babacan'ın rüşvete karşı durduğu belirtilmezdi'

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarına ilişkin soruşturmada polis fezlekesini ve meclise giden dört bakanla ilgili raporu yazan, 1 Eylül’de “darbe” suçlamasıyla tutuklanan Komiser Hüseyin Korkmaz, “Darbe söylemini geliştirenler maddi gerçeğin değil, algı ve illüzyon peşinde. 17 Aralık’a ‘darbe’ iftirası için kullandıkları ‘başarısız bir darbe girişimi’ söylemi bile kendi içerisinde illüzyona sahip” dedi.
Korkmaz, “17 Aralık soruşturmasında sadece Zafer Çağlayan, Muammer Güler ve Egemen Bağış değildi. Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in de adı geçiyordu. Ama kendilerine rüşvet gönderilen bakanlar olarak değil, rüşvete karşı duruş sergileyen, rüşvet örgütünün faaliyetlerini deşifre etmeye çalışan ve bu sebeple rüşvet örgütünün korkup çekindiği bakanlar olarak belirtildi” diye konuştu.
Korkmaz,  “Dediğim gibi lehte ve aleyhte ne varsa yazmak bizim görevimiz. Şimdi Allah aşkına soruyorum yolsuzluk iddiaları ile hükümeti yıpratmak yıkmak isteyen birisi aynı hükümetin diğer bakanlarını aynı soruşturmada adeta “Memur Teoman” gibi övgü ile bahseder mi?” görüşünü dile getirdi.
Gözaltına alınırken “Kral Çıplak” sloganı atan Korkmaz, “Bugün dünyanın dört bir yanından yolsuzluk operasyonu haberleri geliyor. Prensler, bakanlar, başbakanlar, yolsuzluklara adları karışanlar özür diliyor, istifa ediyor, hesap veriyorlar. Ben hodri meydan diyorum. Brezilya, İspanya, Japonya, Portekiz, Çin  tüm bu ülkelerdeki yolsuzluk soruşturmalarının delillerini toplayanlar gelsinler 17 Aralık soruşturmasında adı geçen sadece bir bakanla ilgili, mesela sadece Zafer Çağlayan ve Muammer Güler ile ilgili delillerin yarısı bile olamaz” diye konuştu.
Kormaz, T24’ün sorularına şöyle yanıt verdi:
17 Aralık bir cemaat operasyonu mudur? Sebep dershane meselesi miydi?
17 Aralık soruşturması her yönüyle her safhasıyla tam bir rüşvet ve yolsuzluk soruşturması ve operasyonudur. Ancak tarihin en kuvvetli ve hukuki delillerini ihtiva eden bu soruşturmayı maalesef milletçe çok fazla idrak edemedik. Çünkü soruşturmanın delilleri bazı siyasilerin ve aile üyelerinin suç şüphesi işaret ettiğinden operasyonun başından itibaren dehşet bir karalama kampanyası başlatıldı. Yolsuzluk iddialarını örtbas etme adına akıl dışı iftiralarla soruşturma ve soruşturmada görev alanlar karalama operasyonlarına tabi tutuldu. Delillerin ne olduğu ile kimse ilgilenmedi. İlk başta operasyonun arkasında klasik milli komplocu yaklaşımla ABD ve İsrail olduğu yaygarası koparıldı. Tam istenilen algı oluşmayınca hemen fantastik bir düşman icat edildi ve soruşturma o sıralar gündemde olan dershane meselesi ile ilişkilendirilerek arkasında cemaat olduğu algısı aşılandı. Halbuki 17 Aralık soruşturması bir iki aylık bir soruşturma değildi. Yaklaşık 15 aylık süren bir soruşturmaydı. Soruşturmanın başladığı iddiaya göre, siyasilerin suça iştirakleri soruşturmanın neresinde başladığı, deliller neler ve neden operasyonun 17 Aralık’ta yapıldığı sorularının cevaplarına odaklanılsa operasyonun ne cemaat, ne de başka harici bir unsurun etkisi ile gerçekleşmediği açıkça anlaşılacaktır. Maalesef böyle olmuyor. Halbuki bir konu mecrası içerisinde değil, algılar dünyasında tartışılıyor.
Operasyonun 17 Aralık’ta yapılması “zamanlama manidar” tartışmalarını da beraberinde getirdi, neden 17 Aralık?
Savcı delilerin yeterli bir şekilde toplanıp artık suçun unsurlarının net olarak belgelendiğine kanaat getirirse operasyon yapılmasına karar verebilir. 17 Aralık soruşturmasında yaşanılan ve  soruşturmanın deşifre olacağı endişesini ortaya çıkaran bir hadise operasyon tarihini belirlemişti. 25.10.2013 tarihinde Rıza Sarraf’ın Nur-u Osmaniye’deki ofisinden 3 milyon dolar para dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’e gönderilmek üzere Barış Güler’in elemanlarına teslim edilmişti. Bu teslimat Mali Şube Ekiplerince fiziki takip ile görüntülenirken, Özgür isimli eleman ekiplerimizden şüphelenmiş ve telefonu ile personelimizin fotoğrafını çekmişti. Sonra konu büyüdü ve Muammer Güler’e aktarıldı. O da paranın bir daha bu şubede teslim alınmamasını, dikkatli olunmasını, telefonların dinleniyor olabileceğini ve konuyu araştırıp takip edeceğini söyledi. Bundan sonraki süreçte istihbarat polisin mali şube polisini nasıl takip ettiği zaten basına yansıdı. Tabi ki bir yandan da  İstanbul ve Ankara’dan sürekli telefonlar geliyor ve Rıza Sarraf’ı takip edip etmediğimiz soruluyordu. Tüm bunlar soruşturma savcısına aktarılınca deşifre riskinin olduğunu ve soruşturmanın bir an önce operasyona hazır hale getirilmesi talimatını verdi. Fezlekenin hazırlanması bir ay sürdü. Sonra operasyon yapıldı. Bunların hepsi soruşturma dosyasında mevcuttur. Uydurduğumuz bahaneler değil. Gerçi operasyon ne zaman yapılırsa yapılsın işlerine gelmeyenler, yine zamanlamayı manidar bulacaktı.
Operasyonun amacının “hükümeti devirmeye teşebbüs” olduğu iddia edildi, hatta siz bu suçlama ile tutuklandınız…
Soruşturmayı yıpratmak için uydurulmadık yalan kalmadı. Özellikle de toplumun hassasiyet gösterdiği konular üzerinden iftiralar atılıyordu. İnsanlar bu yalanları sorgulama süzgecinden geçirmesin, istedikleri gibi yönlendirilsin arzusundaydılar. Mesela, sırf toplumun muhafazakar kesimlerini etkilemek için tuttular “Operasyonun hedefi İmam Hatip Liseleri” diye manşet attılar. Rüşvetin iğrençliği yetmiyor gibi bir de rüşveti örtbas etmek için İmam Hatipleri makyaj malzemesi yaptılar. Biliyorsunuz, milletçe darbelerden çok çektik, çok acı tecrübelerimiz var, işte aynı şekilde toplumun bu hassasiyeti sömürüldü ve kutu kutu, çanta çanta taşınan paraları örtbas etmek için tarihin en büyük yolsuzluk operasyonuna darbeye teşebbüs denildi. Bugün dünyanın dört bir yanından yolsuzluk operasyonu haberleri geliyor. Prensler, bakanlar, başbakanlar … vs yolsuzluklara adları karışanlar özür diliyor, istifa ediyor, hesap veriyorlar. Ben hodri meydan diyorum. Brezilya, İspanya, Japonya, Portekiz, Çin  tüm bu ülkelerdeki yolsuzluk soruşturmalarının delillerini toplayanlar gelsinler 17 Aralık soruşturmasında adı geçen sadece bir bakanla ilgili, mesela sadece Zafer Çağlayan ve Muammer Güler ile ilgili delillerin yarısı bile olamaz. Hepsi savcı talimatı ve mahkeme kararı ile toplanmış delillerdir bunlar. Bu deliller lehte ve aleyhte neyi işaret ediyorsa biz bunu belirtmek zorundayız görevimiz bizim bu.
Bakın bununla ilgili önemli bir şey söyleyeyim, 17 Aralık soruşturmasında sadece Zafer Çağlayan, Muammer Güler ve Egemen Bağış değildi. Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in de adı geçiyordu. Ama kendilerine rüşvet gönderilen bakanlar olarak değil, rüşvete karşı duruş sergileyen, rüşvet örgütünün faaliyetlerini deşifre etmeye çalışan ve bu sebeple rüşvet örgütünün korkup çekindiği bakanlar olarak belirtildi. Dediğim gibi lehte ve aleyhte ne varsa yazmak bizim görevimiz. Şimdi Allah aşkına soruyorum yolsuzluk iddiaları ile hükümeti yıpratmak yıkmak isteyen birisi aynı hükümetin diğer bakanlarını aynı soruşturmada adeta “Memur Teoman” gibi övgü ile bahseder mi? Şimdiye kadar bu ayrıntıdan bahseden oldu mu? Olmaz çünkü dediğim gibi mecrasında tartışmak yerine algılar dünyasına hapsedilmişiz.
Darbe söylemini geliştirenler maddi gerçeğin değil, algı ve illüzyon peşinde. 17 Aralık’a “darbe” iftirası için kullandıkları “başarısız bir darbe girişimi” söylemi bile kendi içerisinde illüzyona sahip.
Nasıl bir İllüzyon olduğuna gelince…
Defalarca darbe yaşamış bir millet olarak bilinir ki darbelerde hukuk askıya alınır, kuvvetler ayrılığı ve bağımsız adalet rafa kalkar, birileri jurnallenir, keyfi işlemlerin haddi hesabı olmaz, bunlara hesap soran da olmaz ve en önemlisi de gerçekler milletin gözünden kaçırılır. Bunlar darbelerin görünen sonuçlarıdır. Darbeleri yaşayan bir millet olarak iyi biliriz biz bunları.
Şimdi birileri 17 Aralık için darbe yalanını savunurken, tabi toplum şunu soracak “17 Aralık bir darbe ise hani bunun görünen sonuçları” bu sorunun cevabı olmadığı için “darbe dediysek başarısız bir darbe evet bildiğimiz darbelerin sonuçları yok ortada, çünkü başarısız kaldı” şeklindeki Ali Cengiz oyunuyla 17 Aralık başarısız demek suretiyle cevabını veremyecekleri mantıklı bir soruyu egale etmeye çalışıyorlar. Halbuki adliye muhabirliği yapmış biri olarak da sizin de bileceğiniz gibi, 17 Aralık operasyonu polisiye anlamda gayet başarılı bir operasyondur. Soruşturma başarı ile yürütüldüğü gibi operasyon başarı ile gerçekleşmiş ve mahkemeye sevk edilen şüphelilerin tamamı tutuklanmıştır. Böylece operasyonun başarısı teyit olmuştur. Dahası adı geçen bakanlarla ilgili soruşturma dosyasının bir sureti TBMM’ye gönderilmiş, yani millet iradesine sunulmuştur. Oysa darbelerde gerçekler meclisten ve milletten kaçırılır.
25 Aralık soruşturmasına “takipsizlik” kararı verildi. Bir yandan da sizler bu soruşturmadan tutuklusunuz. Takipsizlik kararları ve sizlerin “darbe” iddiaları ile tutukluluğunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bununla ilgili söyleyeceğimiz ve yazacağımız şeyler çok. 1 Eylül tarihinde 25 Aralık soruşturmasında görev aldığım gerekçesiyle gözaltına alındım. Bundan hemen sonra 25 Aralık’a takipsizlik verilmiş. 25 Aralık ile ilgili yorum yapmak isterdim ama bu konuda herhangi bir bilgiye sahip değilim. Çünkü 25 Aralık soruşturmasında yada soruşturmayı yürüten büroda görev almadım. Herkes gibi benimde bu soruşturmadan 25 Aralık günü haberim oldu.
Cezaevindeki arkadaşlarımın tümü suçsuz yere yatıyor. Ben ise alakasız yere yatıyorum ve bunu aylardır hiçbir mahkemeye anlatamıyoruz. Anlamadıklarından mı? Değil tabi anlaşılmayacak bir durum yok ortada, tamamen “pardon” filmi. Darbe dönemlerinde olur böyle şeyler.
17 Aralık soruşturmasına verilen takipsizlik kararı için ne düşünüyorsunuz?
17 Aralık soruşturmasında başından beri görev aldım ve soruşturmadan sorumlu komiserdim. Emniyet fezlekesi ve bakanlarla ilgili meclise gönderilen raporu yazdım. 11 aydır şahsımıza atılmadık iftira, edilmedik zulüm kalmadı. İlgim ve bilgim olmayan soruşturmadan tutuklandım. Çoğuna güldük, geçtik. Ama bunların hiçbiri beni 17 Aralık soruşturmasına alınan “takipsizlik” kararı kadar sinirlendirmedi. Resmen hukuk katliamı, mantık katliamı. Gerçek nedir bilmem ama ben bu karardaki uslubun bir savcıya ait olduğuna inanmıyorum. Kararda “bir müvekkilim Rıza Sarraf …” denmediği kalmış. Yazan kimse Allah izan ve vicdan versin. Kararı okurken usulsüzlük ve yanlışlıkları işaretleyim diye kırmızı bir kalem kullanmıştım. İnanın 63 sayfalık karar gelincik sayfasına döndü. Var olan delillere yok denilmiş, olmayan şeylerde varsayımda mevcut gibi gösterilmiş. Neyse ki bu takipsizliğe reddiyenin çok kolay olabileceğini düşünüyorum. Çünkü dayanak gösterilen hususlar çürük ve gerçek dışı. 17 Aralık’a takipsizlik verilmiş ama kapatılamamış…
Takipsizlik kararı verilmiş bir soruşturmayla ilgili sonradan tespit edilebilecek bir delille soruşturma yeniden açılır. 17 Aralık ile ilgili şu an hiç düşünmeden toplanması gereken (toplamayı planladığımız) ama bizden sonra toplanmadığı anlaşılan 50 tane delil sayabilirim. Bunların bir tanesi bile bu soruşturmanın baştan başlamasını gerektirir. Bu yüzden adalete inan insanlar müsterih olsunlar, 17 Aralık kapanmadı, kapanamaz.
Operasyonun başındaki eski Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı ile Mali Şube’de birlikte çalıştınız. Şu an aynı cezaevindesiniz. Çalıştığınız dönemde hatalı bulduğunuz yönleri oldu mu? Ya da haklı bulduğunuz…
Ben bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. Akademiden mezun olduktan sonra hep Yakub Saygılı ve onun gibi dürüst ve tecrübeli meslek büyükleri ile çalıştım. Hamza Tosun, Ömer Köse, Kazım Aksoy, Yasin Topçu, Özgür Açıkgöz…Ülke olarak güvenlik ve demokraside aldığımız mesafelerde bu isimlere çok şey borçluyuz. Başarılı operasyonların arkasında vizyon sahibi meslek büyüklerimiz ve takım çalışmaları yatıyor.O dönem mali şube olarak uzmanlık bölümüne en çok kaynak ayıran birimdik. Personelin her an %10,15’i mali konularda uzmanlık eğitimi alıyordu. Fezlekelere bakarsanız bu birikimin yansıdığını görürsünüz.Bu süreçte kamuoyu da Yakub Saygılı’yı medya ve sosyal medyadan daha yakından tanıma imkanı buldu. İnanıyorum ki bu hukuksuzlukların ele başları ondaki donanımı ve duruşu gördükçe “bunca beceriksiz tetikçimiz olacağına, bir tane Yakub Saygılı ayarında müdürümüz olsaydı” diye iç geçiriyorlardır.
1 Eylül’de attığınız “Kral Çıplak” sloganı sonrasında polis aracına zorla bindirilmeniz kameralara yansıdı. Ağzınız kapatılmasa devamında ne diyecektiniz?
18 Aralık’tan bu yana hukukun askıya alındığı ve her alanda bir baskı dönemi yaşıyoruz. Hırsızların baş tacı edildiği, işini yapan polislerin yuhalandığı bir dönem. Bu polislere sadece ve sadece işlerini yaptıkları için zulmedildiğini bilmeyen yok. Ama ya endişeden ya da işine gelmediğinden çoğu insan bunu görmezden geliyor. Ortada net bir çarpıklık var ama gerçeği haykıran yok. Bu durumu en iyi “Kral Çıplak” demenin özetleyeceğini düşündüm. Tabi ki hiçbir zulüm ve haksızlık sonsuz değildir. Bugünün “projeleri” ilahi adalette toslar, bu haksızlıkta uydurulan yalanlar gibi sönüp gider. Bunun için devamında “Allah Kadir-i mutlak” diyecektim. Bu sırada çirkin bir muameleye maruz kaldım ve boynum zedelendi. Sonraki süreçte doktor beni beyin cerrahiye sevk etti. Dönüşte medya kameralarının bulunmadığı bir yerde yine çirkin bir hadise yaşandı. TÜRGEV Başkanının referansı ile atandığını öğrendiğim Mali Şubenin yeni müdürü ve yardımcısı attığım slogana kızarak bana hakaret ettiler. Hatta darp edildim.  Bununla ilgili şikayette bulundum. (Hırsızdan korksak polis olmazdık, bir polisi neden kızdırır bunun cevabı Yeni Türkiye’de saklı)
Pişmanlığınız var mı?
Yaptığımız işten eminiz. Kanunda yapmamız gereken neyse ve normalde ne yapıyorsak onu yaptık. Soruşturmada adı geçen siyasilerin olmadığını ve A.B.C ile ilgili olduğumuzu farz edelim. Bu soruşturmanın önceki yaptığımız ve takdir gördüğümüz yolsuzluk soruşturmalarından iki farkı görülür. Birisi; delilleri çok daha fazla ve kuvvetli, ikincisi; paranın miktarı oldukça fazla bizim için başka hiçbir farkı yok.  Düşünün bir soruşturma yürütüyorsunuz ve toplanan yüzlerce delil bazı üst düzey siyasetçilerin suça karıştıklarını işaret ediyor ne yaparsınız? Önünüzde iki seçenek vardır,birincisi; haysiyet ve onurunuza sahip çıkmak ve mezuniyet yemininizi tutmak için başınıza gelebilecek her şeye rağmen her zamanki gibi işinizi yapmak. İkincisi de; vicdanınızı namusunuzu, evlatlarınıza karşı onurunuzu ve manevi değerlerinizi sıfırlayıp hatta belki de yalılar, makamlar, alkışlar karşılığında kutu kutu, çanta çanta taşınan paraları, saatleri görmezden gelmek…
Bizim için ikinci şık yoktu. Söz konusu bile değildi. Başımıza gelebilecek her türlü haksızlığı göze alarak, kanunen yapmamız gereken neyse onu yaptık.
Ben inandığım tüm değerler üzerine yemin ederim ki bin defa olsa bininde de aynı şeyi yapardım.  Haksız yere tutuklandık ve maalesef insanlar hakkımızda yanlış düşünüyor diye karakterimizden ödün verecek, fikirlerimizi değiştirecek değiliz. Yaptığımız işten eminiz sonuna kadar da arkasındayız. Biliyoruz ki bugün Türkçe anlatmak da zorlandığımız bu soruşturmalar birgün İngilizce, Fransızca ve tüm dünya dillerinde senelerce örnek ders olarak okutulacak.
İnanıyorum ki, bugün hırsızlığa karışan muktedirlerin hiçbirinin çocukları ve torunları ileride yüzlerine bakmayacak, baba ve dedelerinden utanacak ve utançtan ülkeyi terk edip yurt dışında yaşamayı tercih edecekler…

Popüler Yayınlar